14 Aralık 2011 Çarşamba

KEMAL SUNAL

Türk sinemasının unutulmaz yıldızı olan Kemal Sunal bugün bile izlenebilecek çok kaliteli filmlerde başrol oynamıştır. Oynadığı karakterlerde Türk toplumunun saf, güler yüzlü yapısının yanı sıra toplumsal olaylara da atıfta bulunan bir özelliği vardır. 1970’lerin sonlarında yaşanan o büyük ekonomik krizi Ayşen Gruda ile ekmek sırasına geçerek, şeker kuyruğuna girerek bizlere anlatmıştır. Canlandırdığı karakterler yolda rahatlıkla bulabileceğimiz ya da karşılaşabileceğimiz tiplerden başkası değildir. Bulunduğu her projede başarılı bir grafik çizen Kemal Sunal hepimizin hayatına o veya bu şekilde girmiştir. Çöpçüler Kralında Meraklı Köfteci ’ye kadar birçok mesleği ile yapmıştır. Böyle bir ustaya gerçekten saygı duymak gerekir.

Mekânın Cennet olsun Tosun Paşa.

FRANSIZ DEVRİMİ'ne GİDEN YOL

Fransız devrimi dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu devrimin kökenlerini Amerika’da arasak yanlış olmaz.

İngiltere ve Fransa yedi yıl süren zorlu bir savaştan sonra yorgun bir şekilde savaşı bitirirler savaşın galibi İngiltere’dir. Ancak savaşın vermiş olduğu ekonomik yükü Amerika’daki 13 kolonisinden yeni vergiler talep ederek azaltmak ister. Koloniler bu duruma karşı çıkar ve ayaklanırlar. Fransa kolonilere destek vererek İngiltere’den bir nebzede olsa intikam almanın peşindedir. 1776 yılında koloniler Amerika Birleşik Devletlerini ilan ederler. Bu sefer de Fransa kolonilere vermiş olduğu desteği kendi halkından vergi alarak çıkarmak ister. Amerika’nın vermiş olduğu tepkiyi Fransız halkı ilham alarak tekrar gösterirler ve 1789 yılında dünya tarihine yön veren Fransız devrimi gerçekleşir.

OSMANLI'dan BİR HİKAYE

Orta okulda tarih hocam bir gün rivayete göre dayandığını söyleyen belirterek bir Osmanlı hikayesi anlatmıştı.

4.Murat döneminde hepimizin bildiği gibi tütün ve içki yasaklanmıştır. Bir gün padişah sıradan bir kıyafet giyerek halkın arasına karışır. Sirkeci’den bindiği sandalla Kadıköy’e geçmek ister. Sandalcı denizin ortasına kürek çektikten bir süre sonra yanında duran oltayı yukarı doğru çeker. Padişah oltanın ucunda balık yerine içki şişesini görünce küplere biner. Sandalcıya padişahın yasağından haberi olup olmadığını sorar. Sandalcı gülümser ve padişahın onu göremeyeceğini söyler. Ayrıca çok iyi bakla falı baktığını da belirterek padişahın nerede olduğunu rahatlıkla bulabileceğini belirtir. 4.Murat hiç bozuntuya vermeden onay verir. Sandalcı baklaları dört kere attıktan sonra padişahı tanır ve hemen özür diler. 4.Murat onu affetmesi için bir şart öne sürer. Eğer padişahın saraya hangi kapıdan gireceğini sandalcı bulabilirse padişah onu affedecektir. Sandalcı bakla falına bakar ve kağıda bir şeyler yazar, katlar. Padişaha saraya girene kadar açmamasını rica eder. Padişah bu şartı kabul ederek saraya doğru yol alır. Padişah adama kızdığı için saraya yeni bir kapı açılmasını emreder. Yeni kapıyı açtırdıktan sonra padişah kendinden emin bir şekilde kağıdı açar. Kağıtta: “ Padişahım yeni kapınız hayırlı olsun.” O günden sonra oraya Yenikapı adı verilir.

SPORDA ŞİKE

Yasalara uygun olmayan ve bir müsabakada ya da bireysel oyunlarda kısacası sporda çeşitli teşviklerle yapılan eylemler şike statüsünde görülür. Türkiye’de özellikle son aylarda gün yüzüne çıkan şike iddiaları ve tutuklamalar gündemi epeyce meşgul etti. Özellikle birçok kulübün içinde yer aldığı iddianamenin ortaya çıkmasından sonra işler daha ciddi bir zemine geçti. Bununla birlikte meclisin şike yasası üzerindeki çalışması ve cezaların azaltılması kafalarda büyük soru işaretleri oluşturdu. Bu hafta içerisinde yapılan tahliyeler ile insanların aklı bir kez daha karıştı. Şike yapıldıysa bu tahliyeler neden oldu ya da şike yoksa içeride neden insanlar tutuluyor? Belirsizlik olan her ortamda büyük krizler olur. Şike olayını Avrupa ‘da daha önce İtalya’da görmüştük. Bu olayın hemen ardından Juventus küme düşürüldü ve tartışmalar dallanıp budaklanmadı. Peki, durum Türkiye’de neden bu kadar farklı? Öncelikle olay basit bir şike davası değil olayın içerisinde gizli yapılanmaların ve örgütlenmelerin olduğu delillerle açıkça ortaya koyulmaktadır. Ayrıca dava sürecinde iddianameye göre 8kulüp bulunmaktadır. Hal böyle olunca olaya basit bir şike davası olarak bakılamamaktadır.

Türkiye’de daha temiz ve daha dürüst bir futbol için yapılan tüm uygulamalar bence sonuna kadar desteklenmelidir. Çünkü yarınlar karanlık futbol sahalarını görmeyi hak etmemektedir.

3 Aralık 2011 Cumartesi

TEKNOLOJİ

      
       Hayatımızın hemen hemen her noktasına giren teknoloji insanlara sürekli fayda sağlamakta mıdır? Günümüzde  çocuklar gözlerini açtığında facebookla, googlela ya da sanal oyunlarla karşılaşmaktadırlar. Saklambaç oynayan, çelik çomak oynayan ya da ortada sıçan oynayan çocukları göremiyoruz.

        Gelişen teknoloji bizleri ve de çocuklarımızı çok geliştirmesiyle beraber sosyal hayatımıza o kadar çok pozitif değer katamamaktadır. Tabi günümüzün şartlarında  dış hayata olan güven giderek azalmaktadır. Ayrıca mahalle kültürünün yerini residence kültürüne bırakması komşu çocukların birbirleriyle kaynaşmasını da engellemektedir. Bu çocukların iş hayatında sosyal olamamaları günümüzün teknolojisi yüzünden kaynaklanacaktır. Önemli olan nokta mahallemizde ya da çevremizde güvenebileceğimiz insanların bulunması ve çocuklarımızın hiç değilse mahallede bir iki arkadaşının  yanında zaman geçirerek sosyalleşme becerilerini gerçekleştirmesidir.

FAST FOOD

       
         Tutkuyu belki tanımlar fast food. Dayanamadığımız hamburgerler, patatesler ve daha nicesi. Çeşit çeşit menüler bizi yolumuzdan alıkoyar. Çocukların o reddedilemeyen bakışları anneyi ve babayı zor bir seçime iter. Aslında hepimiz biliyoruz fast food denilen meretin ne denli zararlı olduğunu. Anne ve baba ne yapmalı ya da biz kendimizi nasıl dizginlemeliyiz?
         Hayatımız genellikle seçimlerimizin sonucudur. Obezitenin zararlarını saymaya kalksak bitiremeyiz ancak hamburgerden de vazgeçemiyoruz. En iyisi fast food işine birkaç teyzemiz el koysa da bize sağlıklı sandviçler hazırlayan bir yemek zinciri kursalar. Sağdan soldan duyduğumuz midemizi bulandıran efsaneler de bir an önce son bulsa.

26 Kasım 2011 Cumartesi

ÜNİVERSİTE HAKKINDA


           Üniversitede yapılan sınavlarda anlamadığım bir nokta olmuştur: Neden yapılan sınavlarda rahatlıkla erişebildiğimiz tanım soruları sorulmaktadır? Bizim zihnimizde kolaylıkla ulaşabildiğimiz bilgiler neden yer tutmaktadır, niçin bunları ezberleriz? Öğrenci belirli şekilde tanımlanan bir ifade yerine niçin kendi yorumunu o sınav kağıdına dökememektedir. Öğrenci beynindeki düşünceyi karşısındakine aktaramazsa bir robottan farklı olmaz. Eğer üniversitede hocalar yapmış oldukları sınav için bir cevap anahtarı hazırlıyorsa bu dayatma değil de nedir? Biz öğrenciler sınavlarda neden özgür olamıyoruz? Niçin özgürlük yuvasında notumuzu belirleyecek olan sınav kâğıtlarında bunu hissedemiyoruz? Kabul ediyorum herkesin belirli bir not alması gerekiyor ama alacağımız not neden düşüncelerimize değil de sınırlandırılmış olan bir alana veriliyor?
            Yukarıda anlatmaya çalıştığım olay üniversite hayatını yaşamış olan herkes için geçerlidir. Sormuş olduğum sorular yanıtsız kalabilir ancak ben düşünce özgürlüğümü kullanarak bu yazıyı yazdığım için mutluyum.